Son seçim sürecinde yaşadıklarımız, seçimin ikinci tura kalması, belki de İslâm'ın doğuşundan sonraki en büyük var olma savaşımız olacak. Haçlı Seferlerine, Moğol İstilâsına uğradığımızdan daha beter bir saldırı ile karşı karşıyayız. deta Hilal-Haç, Hak-Batıl, Doğu-Batı, sonuç olarak da İslâm’ın temsil ve tercihi ile diğerleri. Bütün şer güçlerin, küreselleşme adı altında emperyalist zalimlerin, devlet zulmünün göstergesi katliamlarını, caniliklerini sürdürenlerin, içimizdeki uşaklarıyla birleştikleri tarihe ‘zulüm notları” bırakacakları günleri yaşıyoruz. Bu yüzden, bu mücadeleyi kazanırsak, yeniden doğmuş ve dirilmiş olacağız. Bu, belki de ikinci Doğuş olacaktır. Bizler durdurulan İslâm Medeniyetinin çocuklarıyız.
Dertleşme, düşünme, hiçbir olumsuzluğu mazeret olarak öne sürmeme, nefs muhasebesi yaparak çare arama/bulma gayreti göstererek her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğunu unutmamalıyız. Amacımız İslam aleminin dirilişinin hareketidir. Bu harekete sahip çıkılmalı, büyütülmeli, geliştirilmeli. Allah'a teslim olan başkasına teslim olmaz. Başka kullara, heveslere, şeytana, kendi nefsine tâbi olmaz. Müslüman sadece ve sadece Allah'a teslim olmuştur, Allah'tan başkasına teslim olmaz. Hayatımızda düşünceye, duyguya, sorumluluğa, sevgiye saygıya, itidale, insafa vicdana edep ve hayâya daha çok yer vermeliyiz. Asla unutulmamalıdır ki hayır ile şer arasında, doğru ile yanlış arasında, ihanet ile sadakat arasında, nur ile zulmet arasında, gaflet ile basiret arasında, istikamet ile dalalet arasında, hak ile batıl arasında, izzet ile zillet arasında, maruf ile münker arasında tarafsız olunamaz. Tarafsızlığı sorumluluktan kaçışın vasıtası olarak kullanmak vebaldir. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. İnsanımızın çektiği ruh ve kültür ızdırabına göz mü yumacağız? Asıl derdimizin “kaybolan insanlığımız” olduğu hakikatini ne zaman idrak edeceğiz? Efendim devrin icabı öyleymiş. Devrin icaplarını, devrin insanlarının oluşturduğu nasıl unutulur?
Dert “insanlığımızın azalması” derdidir. Kimliklerle uğraşılıyor. Asıl derdimiz “kişilik” problemidir. İnsanlığımız azalmış, farkında değiliz. Fikri meselelerde, şahısları geri planda tutmak ve muhtevayı öne çıkarıp bir hakikat zemininde genişlik aramak çok faydalıdır. Sevgi-saygı ve merhamet duygularıyla insanileştiremediğimiz her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Hatasız tek kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu unutmadan okuyalım, düşünelim, dikkat ve hassasiyetimizi kaybetmeyelim. Ölçülü ve dengeli olmayı, makul ve mutedil bir hal içinde bulunmayı içselleştirelim. Son dönem yaşanan olayları tahlil ettiğimizde hâlâ hürriyeti kullanırken ‘kendi mukaddeslerimizi tahrip edip etmediklerinin muhasebesini bile yapmaktan âciz hale getirilen, dünyayı ve dünyalığı putlaştıran, bu anlayışın devam ettiğini görüyoruz. ‘Ne istiyorsam onu yaparım.’ şeklinde özetlenebilecek anlayış, nefislerin de hoşlanacağı bu düşüncenin bir anda yayılmasında elbette şaşılacak bir şey yoktur. Herkes kendi başına bir devlettir âdeta. Ferdiyetçilik abartılmış, İslam’ın ruhu olan cemaat idraki aşağılara çekilmiştir. Akılcılık öne çıkmış, iman sahibi insanlar bile âyet ve hadislere karşı cüretkârane bir dille ‘bana göre’ diyerek karşılık verebilmişlerdir. Liberal kafa, işi sonunda hadislere ve âyetlere dil uzatmaya götürebilmiştir. Liberalizmin içimize sızmasını, Siyonizm’e yıkmanın bir kurtarıcılığı yoktur. Evet, başı çeken güruh onlardır. Pek çok fitne gibi bunun da başıdırlar. İbadeti ve kulluğu kalplere gömüp, siyaseti ve ticareti dinin dışında gören anlayışa karşı sessizliğimizin akıbetini başkalarına yüklememiz doğru mudur? Emri bil maruf nehyi anilmünkeri hocaların vazifesi olarak gören tutumumuzun vebali yok mu?
Bu din, sadece camilerin dini değil, hayatın dinidir. İçimize sızan liberalizm ve onun yavruları olan bencillik, ‘ben’ eksenli hayat anlayışı, putlaşan dünya nimetleri, zevklerin ilahlaştırılması, insanımızı inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir yapıya götürdü. Demokrasiyi İslam ile kıyas, hatta İslâm’ı demokrasiye göre değerlendirme. Bütün bunlar küfre giden yolun adımlarıdır. Parti liderinin ‘camiye, siyasete ticarete dini sokmayalım. Laiklik ne kadar önemli bizim için. O olmadan bizim devletimiz olmaz.’ Sözlerini nereye koyacağız? Dinsizliğin bizdeki adı olan Laikliği kutsallaştıran, tek hak din olan İslâm’ı hayata sokmayıp vicdanlara hapseden anlayışın bizdeki temsilcisinin şemsiyesi altında toplanan zillette izzet bulan, siyasi tercihini de bu yönde kullananların ikinci tercihte bu hatalarını telafi etmeleri şarttır. Bunları yazarken Mü’min kimliğinden de bahsetmeli. Mü’min; Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Onlar Allah’a düşmanlık yaptıkları sürece onlarla muhabbet gösterisi içinde olmaz.
Çünkü hem Allah’tan yana olmak hem de O’nun düşmanlarına el uzatmak aklın kabul edeceği bir tavır değildir. Bu olsa olsa münafıklık hastalığı olur. Sarsılmanın boyutuna bakın. Adam, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi Tayyip Erdoğan’ın kaybetmesi için kendi sapkın düşüncesini İslâm’dan zannederek umrede ‘din düşmanları’nın kazanması için dua edebiliyor. Küfrün İslam düşmanlığı aynıdır. Kılık kıyafetten yemeye içmeye, konuşmadan örfe kadar her şeyde ‘iman farkı’ olması gerekirken bu fark gitgide erimektedir. Bu erime, mü’min olmayanların mü’minlere yaklaşması şeklinde olsaydı mesele yoktu. Mü’mindeki müdahane, aşağılık kompleksi, Mü’mini akidede benzeşmeye yahut akidedeki farkların eritilmesine götürmüştür. Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min; kâfirle, münafıkla, Allah ve Resul’ünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Lafa gelince demokrasi ve özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmayanlar, mesele Müslümanlara gelince yaptıklarını unutturanlara oy veresemizsin. Hangi cafcaflı ambalaja konursa konulsun insanların dinlerini yaşamasına mâni olmaktan sicilleri bozuk olan Kılıçdaroğlu tercih edilmemeli. CHP’nin de vatan, devlet, millet, ümmet düşmanlarına sahip çıktığını unutamadığın gibi, Milletin, ümmetin, insanlığın ümidi Lider Türkiye’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı da unutamazsın!