Hiç gündemden düşmeyen, eğitim sistemimize yerleştirilen, ‘kültürel şizofren’ yaşatılan gençlerimize mutlaka kendi değerlerimiz verilmeli. Güce, güçlü olana, boyun eğmenin, zulmün, vahşetin adı Uygarlık. Şefkatin, merhametin yitirilmesi. Egemen güç: Batı!
Çok kısa bilgi vererek önünüzü açmak istiyorum. Savaşların tamamı Medine dönemindeki 10 yıl içinde (622-632) gerçekleştirilmiştir. Allah Resulünün Medine’ye hicret ettiği tarihte Medine şehir devleti bazı dar sokaklardan ibaret küçük bir şehir iken vefat ettiği tarihte 1,5 milyon kilometrekareden fazla bir alana yayılmış bulunuyordu. Bu alan, Rusya dışında kalan Avrupa büyüklüğündeki bir alandır. İrili ufaklı savaşlarda ölen ve öldürülenlerin sayısı 300 civarında. Çünkü amaç; her ne olursa olsun, insan öldürme değildi. Bilakis bu savaşlar insan kurtarma hedefine yönelikti. Savaş; insanların inançları üzerine baskı yapma, onları zorla Müslümanlaştırma niyetiyle yapılmıyor, her insan kimseye zarar vermeden kendi kültürleriyle, hayat tarzlarıyla yaşayabiliyordu. Cihat da insanların İslâm ile buluşmasını önleyenlerin ortadan kaldırılma gayretinin adı. Cehd kökünden. Allah Resulünün gerçekleştirdiği savaşların hiçbiri modern zamanların tam bir vahşete dayanan savaşlarıyla karşılaştırılamaz. İşte Japonya’da Nagazaki ve Hiroşima’nın yıl dönümünde gösterilen vahşet/dehşet/katliamların belgeseli. İslâm; Yesrib’i Medine yaparken Batasıca Batı’nın yaptıkları, bizimkilerin hedef ve ideal haline getirdikleri Batı Uygarlığı! İslâm Medeniyeti’ni yaşayan/yaşatan örnek devlet olan Osmanlı’yı yıkan/yıktıran Yahudi’nin emrindeki İngiliz-Fransız-Alman-ABD. Yani Batı! Entelektüellerimizin dediği gibi ‘celladına âşık’ Türkiye; kültürel inkâr, kültürel intihara götürdü. Boşuna denmemiş, “en iyi köleler, kendilerini özgür zanneden kişilerdir” diye! Allah’a kul olmadan özgürlük, İslâm olmadan da uygarlık, medeniyet olmaz! Başkasının ağzıyla yemek yiyenlere döndük. İslâm ülkesi olmayanlara İslâm ülkesi diyerek onların gerileme sebeplerini de Din’e yükledik. Kendi kavramlarımızı bilmediğimiz, öğrenmediğimiz için de kendi basit kelimelerin anlamlarını anlamlandıramadık. (Cemaat, Ümmet, Şeriat, Cihat, Vahiy, Siyer, Karzı Hasen, Üsveyi Hasene, vb.) Sadece kurdukları ‘İstiklal Mahkemeleri’ni inceleyip bir üyesinin Kel Ali/Kılıç Ali’nin ‘Sadece ben 5 Bin 216 kişiyi astım’ sözü yeter. Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyamızı kuramazdık. Yakın tarihi inceleyen her seviyeli, kaliteli, kafa yapısını kiraya vermeyenler; Tanzimat’la yönümüzü, Cumhuriyet ve devamındaki inkılaplarla (devrimlerle) ruhumuzu yitirdiğimizi görürler, bilirler. İslâm ile bütün bağlarımız koptu, koparıldı. Bütün kutsallarımız imha edilip laiklik, demokrasi, paganizm, nihilizm, ateizm, deizm, egoizm, oportünizm, kemalizm... bir sürü ‘izm’ kaldırılan öz değerlerimizin yerine oturtuldu. Tabii sonuçta da ‘Tek Adam’ putlaştırılması. Putlaştırılan şahsın ‘ortak değer’ olarak yerleştirilmesi. Çare; Entelektüelin zihin işgalinden kurtulup ‘resmi tarihle hesaplaşması’ yok oluş felaketini tartışmamız, eleştirmemiz şart. Cumhuriyet’le birlikte başlatılan sekülerleşme ve laikleşme projesinin mutlaka ilmi-fikri tahlili yapılmalı. Dalkavuklarla, çeşitli maskelilerle, yuvarlak masanın yuvarlak adamları olmadan. Her türlü ahlaksızlığın; yalan, iftira, uşaklık, ülkesinin-devletinin-milletinin düşmanlarıyla işbirliği yapıp onlardan talimat alanlarla olmaz. Tabii önce kendi nefsiyle hesaplaşmadan başlayarak. Sekülerleşme; dinin hayattan çekilmesi. Dünyevî olanın dinselleştirilme süreci ise postmodernlik. Hız, haz ve hırs tanrılarının kölesi olup çıktı insan. Hakikatin izini sürme kaygısıyla değil, yeryüzünde hâkimiyet kurma kaygısıyla yol alan, o yüzden de insanı tanıyamayan bir uygarlığın insanı hilkat garibesidir.
Bu millet artık dayatılan, algı operasyonlarına tâbi tutulan, dinin değil, rejimin istediği din haline getirilen sapkın ve sapıklıklara inanmayacak, Allah ve Resulünün ölçüleriyle yaşamaya/yaşatmaya çalışacaktır. (Tevbe suresi 32. Ayete baksınlar. Onlar, laf ebeliği ile birkaç üfürüklük nefesle Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayarak devam ettirecek, İslâm’ı hâkim kılacaktır.) Uygarlık/Medeniyet; fıtrata dönmekle başlar, fıtratıyla yaşayarak insanlıktan uzaklaşan vahşeti/cinneti, cennet toplumuna dönüştürür. Diğer din mensuplarını anlayışla karşılar. Onlara karşı haksızlığı kabul etmez. Onların ibadethanelerine düşmanca tavır içinde olmaz, olanı da engeller. Ama dinini tebliğden de yüksünmez. Çünkü mümindir ve kendisi gibi müminler olsun ister. Bu imanın ve insanın doğasında var. Dindar insan özetin özetiyle budur. Böyle bir insanı, nesli oluşturmak insaf sahibi her insanın derdi olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in “Müminler felah bulmuştur” ifadesiyle anlattığı işte böyle insanlardır. Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine’de inşa ettiği İslam bu imana gönül vermiş insanlarla kurulmuştur. Bu vasıflara sahip olandan kim rahatsız olur, kim ürker? Bütün bunları yaşatan devlet Osmanlı; aşılamadı, anlaşılamadı, kendi çocukları tarafından yıkıldı/yıktırıldı. İslâm dünyasını paramparça ettiler. Müslüman her hal ve şartta şanslıdır. Belalara musibetlere sabreder, ödülünü alır. Nimetlere şükreder ecrini alır. O halde ikazlarla, dertlerle, sıkıntılarla ve belalarla beraber yaşamayı öğrenmeliyiz. Teknoloji her gün hayatımıza yeni imkanlar sunuyor! Peki, neden insanlık maddeten ve manen kan-revan içinde? Bu basitlik, bu yozlaşma, bu kirlenme, bu ufunet neyin nesi? ‘Rabbinsurnî alel gavmil müfsidîn.” (Ahlaki çürümeye yol açan şu topluma karşı bana yardım et!) duasına sığınma zamanı herhalde. Çocuklarımıza sadece paranın (maddi imkanların) temin edeceği lüks ile mutlu olmak yerine, bahşedilen nimetlerin farkına varmayı öğretebilsek, daha büyük bir iyilik yapmış olmaz mıyız? Hatta psikologlar ‘mahrumiyet eğitimi’nden bahsediyorlar. Varlık içinde yaşarken yokluğu bilmek! Sabır/kanaat/şükür istikametinde yürümeyi temin etmek. Sahip olduğumuz her şey emanet. Asıl sahibi Allah!
Kendimizi aşmamız; nefsimize uymayıp olgunluk göstermemiz, vefalı olmamız, bizi biz yapan değerleri hayata hâkim kılmamız, kaybolan insanlığı bulmamıza vesile olacaktır.