ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Zihin işgalinden kurtulalım!

Bu hayatın mânâsı ne? Sen o mânâya uygun mu yaşıyorsun? Yanındakiler, etrafındakiler, nasıl yaşıyor? Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Bizim mi bu hayat? Biz bu muyuz? Nerede bizim hayatımız, neredeyiz biz? ‘Kendimizi unuttuk’ itirafının işareti mi yoksa bu? Birbirini tahribe çalışan insanlar, zulümden yakınma hakkına sahip olabilir mi? Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödetmediler mi? Sevgiyi-saygıyı, merhameti-şefkati reddeden hayat tarzlarının icbarıyla ruh dünyamızı kan-revan içinde bıraktılar. Hele son günlerde yaşadıklarımız; şimdiye kadar hiç yaşamadığımız, tarihte bile en nâdir görülen olaylarla dolu. Ders, ibret, dehşet, kâbus! Hayatımızın  imtihan dünyası olduğunun tecellisi. İster adına ‘pandemi’ ister ‘salgın’ ister ‘mahrumiyet eğitimi’ ister ‘elimizdeki bütün imkanların emanet’ olduğunu düşünme, ister ‘en zor sıkıntılı günler’ deyin. Bütün bunları yaşadığımız ve bitmeyen yeni gelişmeler yaşayacağımız küresel bir başka emperyalizm. Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. İç ve dışta yaşadığımız çeşitli bunalım sebepleri var. Düşünülecek çok sarp meselelerin içindeyiz. Bu meselenin kökünde de ‘iman ve ahlak buhranı’ var. İnsanımızı abluka altına alan sosyal medya-internet-magazin ağına düşmüş, çırpınan insanımızın hüznü var. Her şeye rağmen kimliğimize yakışmayan hayat tarzımız; elektronik rüyalara dalmış ve dijital işgale uğramış bir zihin yapısıyla sarf edilen gayretler tek bir meselemizi bile çözemez. Vahşetin-dehşetin-tehlikenin adı yine ‘uygarlık-çağdaşlık-modernlik’ olarak kondu. Kültürden, inançtan, düşünceden kaçanlar, ‘değişim ve modernleşme şemsiyesi’ altında toplandı. Eğlence, içki, kumar, çılgınlık, her türlü rezalet yaygınlaştı. Hedonizm, hayat tarzı olmaya başladı. Her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğu unutuldu. Azaba müstahak ameller gayet rahat işlenir hale geldi/getirildi. Çok dramatik bir hal içindeyiz. İnsanımız bu kadar yozlaşmamalıydı. Bu kadar çabuk teslim olmamalıydı. ‘Cinnet toplumu’ haline getirilmemeliydik. İnsanımızı abluka altına alan TV-bilgisayar-internet-magazin ağından kurtulabilmeliydik.   Harama bulaşmayıp güvenen, güvenilir olan, güven veren, üsveyi hasene (örnek insan) yapımız, Müslüman olduğumuz yaşayışımıza yansımalıydı. Duyarlılıklarımız canlı tutulmalıydı. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecek?  Aileler dağılıyor, yıkılıyor. Aile Bakanlığı’mız var. Ne kadar güzel. Maalesef sadece adı var. Uydukları, aldıkları, hüküm verdikleri kanunlar; insanları sömüren, katliamlara, caniliklere “uygarlık” diyen Batı! Böyle olduğuna göre kendi değerlerimize, kendi medeniyetimize dönmediğimiz müddetçe iflah olmayız. Türkiye fiilen işgal edilmedi ama zihnen, ruhen, fikren, öylesine işgal edildi ki düşürüldüğü durumun farkında değil. Modernleşme adına yapılan köklerimizin kurutulması; kendi değerlerimize/kutsallarımıza yabancılaştırılmamızdır. Yaşanan/yaşatılan, koruyan/korunan ve toplumu, sosyal dokuları ayakta tutan “Müslüman Kimliği”mizle irtibatımızın kesilmesidir. Bütün bunlar; İstiklâl Harbi sonrasında çıkartılan “inkılap kanunları” ile başlamış, yakıp yıktıkları, imha ettikleri değerlerimizin kurumlarının yok edilmesiyle de devam ettirilmiştir. Bu “yok edişin failleri” kahraman ilan edilmiş, bu şehit kanlarıyla yoğrulan vatan topraklarını bizlere emanet eden ecdadımız, sürgüne gönderilmiş, “vatan haini” ilan edilmiştir. Resmi tarihle de “yalan tarih” gerçekleştirilmiştir. Emperyalist devletlerin sömürgeciliği, maiyetindeki insanların nefes almalarına dahi fırsat vermeyen eğitim sistemleri bize “Millî Eğitim” olarak sokulmuştur. Değişmesi, değiştirilmesi teklif dahi edilemez sekülerizmin, paganizmin sahte kutsalları ağıyla örülmüş, fikren, zihnen, kültürel olarak Batı’nın uşaklığı “özgürlük” maskesine büründürülmüştür. Müslüman kimlik yerini laiklik kimliğe bırakmıştır. İslâmî kimlik ve hassasiyetlerin öne çıkıp topluma yön verip nüfuz etmesi, cinnet toplumunu cennet toplumu yapacaktır. Sırf bizim ülkemiz, bizim milletimiz değil, insanlığın buna ihtiyacı vardır. Medeniyet tarihini inceleyin, kendi kalarak, kendi değerleriyle kimliğini kaybetmeden yaşadıkları tek/yegâne medeniyet İslâm medeniyetidir. Bunu devlet olarak uygulayan da Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı’nın izlerini silmek, kökünü kazımak, ruhunu yok etmek için Batılılara bile rahmet okutacak büyük bir cinayete imza atmakla meşgulüz bir asırdır. Bunlardan kurtulamayışımız, özüne dönemeyişimiz de zihnen körleştiğimizin ve köleleştiğimizin bir göstergesidir. Tarihte gelmiş geçmiş belli başlı bütün medeniyetlerin getirdiklerine, dinlere, kültürlere, hayat hakkı tanıyan; hepsinden beslenen, hepsini besleyen, hiçbirini yutmayan, hiç biri tarafından yutulamayan tek küresel medeniyet tecrübesini ve dünya düzenini yalnızca Osmanlı medeniyetidir. İnsanlığa huzur getirmiştir.  Bu huzur toplunu yaşatan Osmanlı’dan rahatsız olan Batı; bu İslâm medeniyetini yaşayan yaşatan devleti yıkmıştır. Böyle olduğu halde eğitim sistemimiz Osmanlı düşmanı olarak yetiştirilmiş, 1453’ü zulüm tarihi olarak gösteren, fethin sembolü Ayasofya’nın müzelikten kurtulmasına tahammül edemeyen, Gezi olaylarında bütün şer odaklarıyla hareket eden gençler, kimin çocukları? Ülkesini sevemeyen, yurt dışına gitme “kariyerizm, nihilizm, hedonizm, deizm, vb.” hastalıklarına bulaşan lise ve üniversiteli kuşaklar hangi ülkenin evlatları? Cevabını düşünelim.  Müslümanların meselesi, Müslümanca yaşayabilme ve Müslümanca var olabilme meselesidir. O hâlde, asıl ve aslî meselemiz, hakikati hayata geçirme ve hakikat üzre olabilme ve yürüyebilmedir. Allah’a kul olduğu zaman, fıtratını korur, o zaman insanlığını fark eder. İnsan Rabbine kul olmadığı zaman, başka her şeye kul olmasının yollarını sonuna kadar açar. Rabbine kul olamayan insan, ya kula kul olur, ya da paraya-pul’a.   Huzur bulmanın yolu, Allah’a kul olma şuuruyla başlar.  
Ekleme Tarihi: 06 Ocak 2023 - Cuma

Zihin işgalinden kurtulalım!

Bu hayatın mânâsı ne? Sen o mânâya uygun mu yaşıyorsun? Yanındakiler, etrafındakiler, nasıl yaşıyor? Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Bizim mi bu hayat? Biz bu muyuz? Nerede bizim hayatımız, neredeyiz biz? ‘Kendimizi unuttuk’ itirafının işareti mi yoksa bu? Birbirini tahribe çalışan insanlar, zulümden yakınma hakkına sahip olabilir mi? Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödetmediler mi? Sevgiyi-saygıyı, merhameti-şefkati reddeden hayat tarzlarının icbarıyla ruh dünyamızı kan-revan içinde bıraktılar. Hele son günlerde yaşadıklarımız; şimdiye kadar hiç yaşamadığımız, tarihte bile en nâdir görülen olaylarla dolu. Ders, ibret, dehşet, kâbus! Hayatımızın  imtihan dünyası olduğunun tecellisi. İster adına ‘pandemi’ ister ‘salgın’ ister ‘mahrumiyet eğitimi’ ister ‘elimizdeki bütün imkanların emanet’ olduğunu düşünme, ister ‘en zor sıkıntılı günler’ deyin. Bütün bunları yaşadığımız ve bitmeyen yeni gelişmeler yaşayacağımız küresel bir başka emperyalizm. Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. İç ve dışta yaşadığımız çeşitli bunalım sebepleri var. Düşünülecek çok sarp meselelerin içindeyiz. Bu meselenin kökünde de ‘iman ve ahlak buhranı’ var. İnsanımızı abluka altına alan sosyal medya-internet-magazin ağına düşmüş, çırpınan insanımızın hüznü var. Her şeye rağmen kimliğimize yakışmayan hayat tarzımız; elektronik rüyalara dalmış ve dijital işgale uğramış bir zihin yapısıyla sarf edilen gayretler tek bir meselemizi bile çözemez. Vahşetin-dehşetin-tehlikenin adı yine ‘uygarlık-çağdaşlık-modernlik’ olarak kondu. Kültürden, inançtan, düşünceden kaçanlar, ‘değişim ve modernleşme şemsiyesi’ altında toplandı. Eğlence, içki, kumar, çılgınlık, her türlü rezalet yaygınlaştı. Hedonizm, hayat tarzı olmaya başladı. Her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğu unutuldu. Azaba müstahak ameller gayet rahat işlenir hale geldi/getirildi. Çok dramatik bir hal içindeyiz. İnsanımız bu kadar yozlaşmamalıydı. Bu kadar çabuk teslim olmamalıydı. ‘Cinnet toplumu’ haline getirilmemeliydik. İnsanımızı abluka altına alan TV-bilgisayar-internet-magazin ağından kurtulabilmeliydik.  

Harama bulaşmayıp güvenen, güvenilir olan, güven veren, üsveyi hasene (örnek insan) yapımız, Müslüman olduğumuz yaşayışımıza yansımalıydı. Duyarlılıklarımız canlı tutulmalıydı. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecek? 

Aileler dağılıyor, yıkılıyor. Aile Bakanlığı’mız var. Ne kadar güzel. Maalesef sadece adı var. Uydukları, aldıkları, hüküm verdikleri kanunlar; insanları sömüren, katliamlara, caniliklere “uygarlık” diyen Batı! Böyle olduğuna göre kendi değerlerimize, kendi medeniyetimize dönmediğimiz müddetçe iflah olmayız. Türkiye fiilen işgal edilmedi ama zihnen, ruhen, fikren, öylesine işgal edildi ki düşürüldüğü durumun farkında değil. Modernleşme adına yapılan köklerimizin kurutulması; kendi değerlerimize/kutsallarımıza yabancılaştırılmamızdır. Yaşanan/yaşatılan, koruyan/korunan ve toplumu, sosyal dokuları ayakta tutan “Müslüman Kimliği”mizle irtibatımızın kesilmesidir. Bütün bunlar; İstiklâl Harbi sonrasında çıkartılan “inkılap kanunları” ile başlamış, yakıp yıktıkları, imha ettikleri değerlerimizin kurumlarının yok edilmesiyle de devam ettirilmiştir. Bu “yok edişin failleri” kahraman ilan edilmiş, bu şehit kanlarıyla yoğrulan vatan topraklarını bizlere emanet eden ecdadımız, sürgüne gönderilmiş, “vatan haini” ilan edilmiştir. Resmi tarihle de “yalan tarih” gerçekleştirilmiştir. Emperyalist devletlerin sömürgeciliği, maiyetindeki insanların nefes almalarına dahi fırsat vermeyen eğitim sistemleri bize “Millî Eğitim” olarak sokulmuştur. Değişmesi, değiştirilmesi teklif dahi edilemez sekülerizmin, paganizmin sahte kutsalları ağıyla örülmüş, fikren, zihnen, kültürel olarak Batı’nın uşaklığı “özgürlük” maskesine büründürülmüştür. Müslüman kimlik yerini laiklik kimliğe bırakmıştır. İslâmî kimlik ve hassasiyetlerin öne çıkıp topluma yön verip nüfuz etmesi, cinnet toplumunu cennet toplumu yapacaktır. Sırf bizim ülkemiz, bizim milletimiz değil, insanlığın buna ihtiyacı vardır. Medeniyet tarihini inceleyin, kendi kalarak, kendi değerleriyle kimliğini kaybetmeden yaşadıkları tek/yegâne medeniyet İslâm medeniyetidir. Bunu devlet olarak uygulayan da Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı’nın izlerini silmek, kökünü kazımak, ruhunu yok etmek için Batılılara bile rahmet okutacak büyük bir cinayete imza atmakla meşgulüz bir asırdır. Bunlardan kurtulamayışımız, özüne dönemeyişimiz de zihnen körleştiğimizin ve köleleştiğimizin bir göstergesidir. Tarihte gelmiş geçmiş belli başlı bütün medeniyetlerin getirdiklerine, dinlere, kültürlere, hayat hakkı tanıyan; hepsinden beslenen, hepsini besleyen, hiçbirini yutmayan, hiç biri tarafından yutulamayan tek küresel medeniyet tecrübesini ve dünya düzenini yalnızca Osmanlı medeniyetidir. İnsanlığa huzur getirmiştir.  Bu huzur toplunu yaşatan Osmanlı’dan rahatsız olan Batı; bu İslâm medeniyetini yaşayan yaşatan devleti yıkmıştır. Böyle olduğu halde eğitim sistemimiz Osmanlı düşmanı olarak yetiştirilmiş, 1453’ü zulüm tarihi olarak gösteren, fethin sembolü Ayasofya’nın müzelikten kurtulmasına tahammül edemeyen, Gezi olaylarında bütün şer odaklarıyla hareket eden gençler, kimin çocukları? Ülkesini sevemeyen, yurt dışına gitme “kariyerizm, nihilizm, hedonizm, deizm, vb.” hastalıklarına bulaşan lise ve üniversiteli kuşaklar hangi ülkenin evlatları? Cevabını düşünelim. 

Müslümanların meselesi, Müslümanca yaşayabilme ve Müslümanca var olabilme meselesidir. O hâlde, asıl ve aslî meselemiz, hakikati hayata geçirme ve hakikat üzre olabilme ve yürüyebilmedir. Allah’a kul olduğu zaman, fıtratını korur, o zaman insanlığını fark eder. İnsan Rabbine kul olmadığı zaman, başka her şeye kul olmasının yollarını sonuna kadar açar. Rabbine kul olamayan insan, ya kula kul olur, ya da paraya-pul’a.  

Huzur bulmanın yolu, Allah’a kul olma şuuruyla başlar.  

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.