ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Zor imtihan: Dijital çağda aslî değerleri yaşamak ve yaşatmak!

İçinde bulunduğumuz mart ayında yaşanan olaylardan dolayı “günler”e dönüştü. Kadınlar gününden tutun, halifeliğin kaldırılışına, yerli yersiz laikliğe varıncaya kadar. Kendi değerlerimizle, kendi kavramlarımızla düşünemeyince olacak olan bu! Tam bir “Batılılaşma Hastalığı.” Başına gelenleri bilmeme, bilememe, sahte değerlerle gerçekleri fark edememe! Evladı şehit olan Gazzeli babadan “Hilafet” duası: Allah’ım! Bizi kâfirlere korku salacak Hilafet ile izzetlendir.” İngilizlerin Lozan Antlaşmasında gizli madde şartlarından olan “Hilafetin kaldırılması” maddesiyle hezimet olan Lozan’da bayram günü kutlamalarından. Eyüp Sultan’da iç ve dış turizmin uğrak yeri olan tepenin ismi Pierre Loti. Fransız albayın ismi. Dünyanın hiçbir ülkesinde kendisine düşmanın hiçbirisinin ismi bir yere konmaz, konmuşsa kaldırılır. Bu tepenin ismi âcilen değiştirilmelidir.  Türkiye’deki eğitim ve öğretim ortamını, seviyesini genel duruma bakarak değerlendirmek gerekiyor. Hava kirliliği varsa maske de taksanız sizi etkiler. Yağmurlu-çamurlu bir havada dikkat de etseniz, şemsiye de taşısanız üzerinizin ıslanmasına, çamurun kısmen de olsa sıçramasına mâni olamazsınız. Tıpkı bunun gibi eğitim de sırf idarecinin, öğretmenin, ailenin tek başına üstesinden geleceği bir faaliyet değildir. Uzamaması için sadece bazı başlıkları söylemeliyim. Aile-Okul-Çevre-Bilgisayar Teknolojisi, (TV, basın-yayın, internet, sosyal medya, vs.) ve Devlet Politikaları. Kabaca bu beş başlık altındaki kurumlar birbirleriyle koordineli çalışır, birbirlerine destek verir, eksikliklerini tamamlar, malzemelerinin “insan” olduğunu unutmaz, geleceklerinin bu insan unsurunun iyi yetiştirilmesine bağlı olduğunu içselleştirirlerse problemlerin çoğunun giderileceği kanaatindeyim.  “Değerler Eğitimi” deyince ne anlamalıyız?  Her şeyin değerinin değil, fiyatının konuşulduğu, insanların taşıdığı değerlerle değil, bindikleri araba ile giydikleri markalarla, oturdukları muhitlerle, kullandıkları eşyalarla itibar gördüğü bir toplumda bu konu hep gündemde tutulmalı, “Değersizleştirme”lere engel olunmalı. Fiyat biçilenin değerinin olamayacağı unutulmamalı. Değerler deyince genel olarak insanı insan yapan, milleti millet yapan, bizi sürü olmaktan çıkarıp, şahsiyet-kişilik olmamızı sağlayan, ahlakî-millî-manevî erdemlerimizi anlıyoruz. Bizi biz yapan özelliklerimiz. Değerler; her toplumda milleti millet yapan hasletlerdir. Tarihi, dili, dini, örfü, âdeti, musikisi, üzüntüsü, sevinci, hassasiyetleri, sporu, sanatı, farklılıkları, aidiyet tarafı, kutsalı, vs. İnsanî özellik taşıyan her şey “değer” ifade eder ve “değer grubu”na girer. Sabır, kanaat, rıza, şükür, inanç, denge, millî kültür dahil. Bütün bu değerler de bizi, evrensel değerlerle öz değerlere götürür. Sonuçta milletler kültürü, insanlık da medeniyeti barındırır. Zaten yeryüzünde kutsalı olmayan millî ve manevî değer taşımayan insan ve medeniyet de düşünülemez. Değerlerin eğitime uyarlanma konusu ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Meselelerin de bam telidir! Hepimizin hemen her gün karşılaştığı olaylar, değerlerin eğitime uyarlanmasında eksiklerimizin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunun da bilhassa gençlerde önü alınamaz olumsuzluklara sebebiyet verdiğini görüyoruz. Örnekler çok. Her yerde cep telefonunu elinden düşürmeyen insanımız “dijital işgal”e uğramış vaziyette. Özgürlüğe kavuşması önce bu işgalden kurtulmasına bağlı. Özgürlük; Allah’a kulluk ile olur. Allah’a kul olamayanlar; nefsinin, arzu ve isteklerinin kulu olur. Dijital işgal; insanımızı yalnızlığa itiyor. Kalabalıklar içinde yalnız! Çevrelerinden kopuk, olan bitene ilgisiz, sağır, dilsiz, dışarıda yaşıyorlar. İnsanoğlunun asırlar boyunca sürdürdüğü sosyal ilişkilere kendi hayatlarında pek bir rol biçmiyorlar. Tabiatla, diğer canlılarla, iklimlerle, gökyüzüyle, yıldızlarla ilgilenmiyorlar. Dünyaya, hayata, insana dijital bir çerçeveden bakıyorlar. Sosyal çevreleriyle sürdürdükleri zoraki ilişkileri en aza indirgemek için her şeyi yapıyorlar. Anne babalarına sadece katlanıyorlar. Kendilerine ait bir tekno-dilleri var. Kısaltmalar ve işaretlerle anlaşıyorlar daha çok. Bir tür ilkelliğe geri dönüş. Yaşlılardan ziyade gençleri düşünmemiz, onlara sahip çıkmamız, kendi ülkesinden gitme düşüncesinden kurtarmamız şart. İnternet teknolojisinin kucaklarına aldığı gençlerin; hayalleri, rüyaları, hedefleri, idealleri var mı? Yarınlarda anlatacakları hatıraları, gerçekleştirdikleri hizmetleri, aldıkları sevap ve duaları hatırlayabilir mi? Hassasiyetleri, duyguları var mı? Her şeyi tuşlarla, sembollerle, ekranlarla, baytlarla tanımlamaya alışkın bir mantık, hayatın gerçek yüzünü nasıl kabullenecek? Teknolojinin bir dili var. Bunu biliyorum. Bu, hayatın dili değil! Millî-manevî değer olmadan, bu eğitime uyarlanmadan, uygulamaya geçmeden iflah olmayız. Acıkan bir adamın lokantadaki leziz yemekleri düşünmesi, onu açlıktan kurtaramayacağı gibi; üşüyen birinin kendisini sıcacık bir odada hayal etmesi de onu ısıtmaz! Eğitimde “mazeret”lere sığınan öğrencilere, velilere, öğretmenlere, idarecilere “buna rağmen ne yapabilirim?” sorusunu sordurarak mutlaka başarmalarının yollarını gösterirdik. İlave ederdik “başarının yolu mazeret kapılarını kapamaktan geçer” diye. O kadar çok hata yaptık ki şahsiyetimiz pelteleşti. «Biraz aydınlık biraz huzur biraz sükûnet» ihtiyacı değerler eğitime uyarlansaydı gidişat böyle olmazdı. Aydınların sorumluluğunu idrak etmeyişleri derdi hep var. Bir medeniyetin kültür damarlarını kestiniz yahut kuruttunuz mu o medeniyet hücre hücre ölmeye başlar. Binalar insansız kalacağına, insanlar binasız kalıversin! Değer ölçüleri, insanın ruhuna ve o ruhtaki manaya göre belirlenmeyince vasıtalar gaye oluyor, gayeler vasıta. Medeniyet insan için değil; insan medeniyet için. Devlet insan için değil; insan devlet için olunca da normalleşemiyoruz. İfrat veya tefrit salıncağında çocuklar gibi sallanıyoruz. Aydınlar hayatlarından o kadar memnunlar ki “salıncakta içecekleri kahve”leri eksik! Değer hükümleri ölçüleri kutsalları olmayanlarla hangi meseleyi konuşup çözebiliriz? Hangi hususta uzlaşabiliriz? Körler dünyasında görmek suç. Renkleri anlatmak zor. Dili tad alma hassasiyetini kaybedenlere “lezzet”i izah imkânsız. Derdimiz, sıkıntımız burada!
Ekleme Tarihi: 07 Mart 2024 - Perşembe

Zor imtihan: Dijital çağda aslî değerleri yaşamak ve yaşatmak!

İçinde bulunduğumuz mart ayında yaşanan olaylardan dolayı “günler”e dönüştü. Kadınlar gününden tutun, halifeliğin kaldırılışına, yerli yersiz laikliğe varıncaya kadar. Kendi değerlerimizle, kendi kavramlarımızla düşünemeyince olacak olan bu! Tam bir “Batılılaşma Hastalığı.” Başına gelenleri bilmeme, bilememe, sahte değerlerle gerçekleri fark edememe!

Evladı şehit olan Gazzeli babadan “Hilafet” duası: Allah’ım! Bizi kâfirlere korku salacak Hilafet ile izzetlendir.” İngilizlerin Lozan Antlaşmasında gizli madde şartlarından olan “Hilafetin kaldırılması” maddesiyle hezimet olan Lozan’da bayram günü kutlamalarından. Eyüp Sultan’da iç ve dış turizmin uğrak yeri olan tepenin ismi Pierre Loti. Fransız albayın ismi. Dünyanın hiçbir ülkesinde kendisine düşmanın hiçbirisinin ismi bir yere konmaz, konmuşsa kaldırılır. Bu tepenin ismi âcilen değiştirilmelidir. 

Türkiye’deki eğitim ve öğretim ortamını, seviyesini genel duruma bakarak değerlendirmek gerekiyor. Hava kirliliği varsa maske de taksanız sizi etkiler. Yağmurlu-çamurlu bir havada dikkat de etseniz, şemsiye de taşısanız üzerinizin ıslanmasına, çamurun kısmen de olsa sıçramasına mâni olamazsınız. Tıpkı bunun gibi eğitim de sırf idarecinin, öğretmenin, ailenin tek başına üstesinden geleceği bir faaliyet değildir. Uzamaması için sadece bazı başlıkları söylemeliyim. Aile-Okul-Çevre-Bilgisayar Teknolojisi, (TV, basın-yayın, internet, sosyal medya, vs.) ve Devlet Politikaları. Kabaca bu beş başlık altındaki kurumlar birbirleriyle koordineli çalışır, birbirlerine destek verir, eksikliklerini tamamlar, malzemelerinin “insan” olduğunu unutmaz, geleceklerinin bu insan unsurunun iyi yetiştirilmesine bağlı olduğunu içselleştirirlerse problemlerin çoğunun giderileceği kanaatindeyim. 

“Değerler Eğitimi” deyince ne anlamalıyız? 

Her şeyin değerinin değil, fiyatının konuşulduğu, insanların taşıdığı değerlerle değil, bindikleri araba ile giydikleri markalarla, oturdukları muhitlerle, kullandıkları eşyalarla itibar gördüğü bir toplumda bu konu hep gündemde tutulmalı, “Değersizleştirme”lere engel olunmalı. Fiyat biçilenin değerinin olamayacağı unutulmamalı. Değerler deyince genel olarak insanı insan yapan, milleti millet yapan, bizi sürü olmaktan çıkarıp, şahsiyet-kişilik olmamızı sağlayan, ahlakî-millî-manevî erdemlerimizi anlıyoruz. Bizi biz yapan özelliklerimiz. Değerler; her toplumda milleti millet yapan hasletlerdir. Tarihi, dili, dini, örfü, âdeti, musikisi, üzüntüsü, sevinci, hassasiyetleri, sporu, sanatı, farklılıkları, aidiyet tarafı, kutsalı, vs. İnsanî özellik taşıyan her şey “değer” ifade eder ve “değer grubu”na girer. Sabır, kanaat, rıza, şükür, inanç, denge, millî kültür dahil. Bütün bu değerler de bizi, evrensel değerlerle öz değerlere götürür. Sonuçta milletler kültürü, insanlık da medeniyeti barındırır. Zaten yeryüzünde kutsalı olmayan millî ve manevî değer taşımayan insan ve medeniyet de düşünülemez. Değerlerin eğitime uyarlanma konusu ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Meselelerin de bam telidir! Hepimizin hemen her gün karşılaştığı olaylar, değerlerin eğitime uyarlanmasında eksiklerimizin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunun da bilhassa gençlerde önü alınamaz olumsuzluklara sebebiyet verdiğini görüyoruz. Örnekler çok.

Her yerde cep telefonunu elinden düşürmeyen insanımız “dijital işgal”e uğramış vaziyette. Özgürlüğe kavuşması önce bu işgalden kurtulmasına bağlı. Özgürlük; Allah’a kulluk ile olur. Allah’a kul olamayanlar; nefsinin, arzu ve isteklerinin kulu olur. Dijital işgal; insanımızı yalnızlığa itiyor. Kalabalıklar içinde yalnız! Çevrelerinden kopuk, olan bitene ilgisiz, sağır, dilsiz, dışarıda yaşıyorlar. İnsanoğlunun asırlar boyunca sürdürdüğü sosyal ilişkilere kendi hayatlarında pek bir rol biçmiyorlar. Tabiatla, diğer canlılarla, iklimlerle, gökyüzüyle, yıldızlarla ilgilenmiyorlar. Dünyaya, hayata, insana dijital bir çerçeveden bakıyorlar. Sosyal çevreleriyle sürdürdükleri zoraki ilişkileri en aza indirgemek için her şeyi yapıyorlar. Anne babalarına sadece katlanıyorlar. Kendilerine ait bir tekno-dilleri var. Kısaltmalar ve işaretlerle anlaşıyorlar daha çok. Bir tür ilkelliğe geri dönüş. Yaşlılardan ziyade gençleri düşünmemiz, onlara sahip çıkmamız, kendi ülkesinden gitme düşüncesinden kurtarmamız şart. İnternet teknolojisinin kucaklarına aldığı gençlerin; hayalleri, rüyaları, hedefleri, idealleri var mı? Yarınlarda anlatacakları hatıraları, gerçekleştirdikleri hizmetleri, aldıkları sevap ve duaları hatırlayabilir mi? Hassasiyetleri, duyguları var mı? Her şeyi tuşlarla, sembollerle, ekranlarla, baytlarla tanımlamaya alışkın bir mantık, hayatın gerçek yüzünü nasıl kabullenecek? Teknolojinin bir dili var. Bunu biliyorum. Bu, hayatın dili değil! Millî-manevî değer olmadan, bu eğitime uyarlanmadan, uygulamaya geçmeden iflah olmayız. Acıkan bir adamın lokantadaki leziz yemekleri düşünmesi, onu açlıktan kurtaramayacağı gibi; üşüyen birinin kendisini sıcacık bir odada hayal etmesi de onu ısıtmaz! Eğitimde “mazeret”lere sığınan öğrencilere, velilere, öğretmenlere, idarecilere “buna rağmen ne yapabilirim?” sorusunu sordurarak mutlaka başarmalarının yollarını gösterirdik. İlave ederdik “başarının yolu mazeret kapılarını kapamaktan geçer” diye. O kadar çok hata yaptık ki şahsiyetimiz pelteleşti. «Biraz aydınlık biraz huzur biraz sükûnet» ihtiyacı değerler eğitime uyarlansaydı gidişat böyle olmazdı. Aydınların sorumluluğunu idrak etmeyişleri derdi hep var. Bir medeniyetin kültür damarlarını kestiniz yahut kuruttunuz mu o medeniyet hücre hücre ölmeye başlar. Binalar insansız kalacağına, insanlar binasız kalıversin! Değer ölçüleri, insanın ruhuna ve o ruhtaki manaya göre belirlenmeyince vasıtalar gaye oluyor, gayeler vasıta. Medeniyet insan için değil; insan medeniyet için. Devlet insan için değil; insan devlet için olunca da normalleşemiyoruz. İfrat veya tefrit salıncağında çocuklar gibi sallanıyoruz. Aydınlar hayatlarından o kadar memnunlar ki “salıncakta içecekleri kahve”leri eksik! Değer hükümleri ölçüleri kutsalları olmayanlarla hangi meseleyi konuşup çözebiliriz? Hangi hususta uzlaşabiliriz? Körler dünyasında görmek suç. Renkleri anlatmak zor. Dili tad alma hassasiyetini kaybedenlere “lezzet”i izah imkânsız. Derdimiz, sıkıntımız burada!

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.