GAZZE, yakın geçmişte kalabalık bir kentsel alanın en yoğun şekilde bombalanmasına, kayıtlı tarihte herhangi bir nüfusun en hızlı şekilde kasıtlı olarak açlığa maruz kalmasına, dünya çapında herhangi bir çatışmada en fazla sayıda gazeteci ve BM personelinin öldürüldüğüne tanık oldu ve hâlâ oluyor.
İsrail, Gazze'deki Filistinlilerin HAYATINI sistematik olarak her yönüyle SİLMEYE başladı. Akademik hakemli TIP Dergisi 'The Lancet'in tahmin ettiği gibi SAVAŞ, aslında 186.000'den fazla kişinin ölümüne yol açmış olabilir. Aylardır devam eden saldırı kapsamında İsrailİ okulları, üniversiteleri, kütüphaneleri, arşivleri, kültür merkezlerini, kültürel miras alanlarını, cami ve kiliseleri hedef aldı.
Ayrıca üniversite profesörlerine, öğretmenlere, öğretim üyelerine, çalışanlara ve ailelerine suikast düzenledi. Birleşmiş Milletler yetkililerinin "EĞİTİM SOYKIRIMI" olarak tanımladığı olay, on binlerce öğrenciye onarılamaz zararlar verdi.
Bu dehşetleri denetlemek ve kışkırtmaktan en fazla sorumlu olan ülke olan AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'nde, üniversite ve kolej başkanları en iyi ihtimalle SERT BİR SESSİZLİKLE karşılık verdiler.
Birçoğu BİDEN'ın "YAHUDİLER İÇİN HOLOKOST'TAN BU YANA EN KANLI GÜN" dediği olayla ilgili skandal KARALAMALARDAN dehşete düşer gibi göründükten sonra 7 Ekim'de işlenen şiddeti kınamakta gecikmedi.
O zamandan bu yana, Yahudi öğrencilerinin sözde güvenliğiyle ilgili endişelerini dile getirdiler ve kampüslerde zorunlu “YAHUDİ KARŞITLIĞI FARKINDALIĞI” eğitimi dayattılar. (Ara sıra İSLAMOFOBİ'ye atıfta bulunarak, ancak Filistin ve Arap karşıtı ırkçılık hakkında neredeyse tek kelime etmeden.)
Şaşırtıcı olan şu ki, tek bir Amerikan üniversitesi bile GAZZE'deki soykırımı ya da en azından İsrail'in oradaki üniversiteleri sistematik olarak yok etmesini resmi olarak kınamadı.
Tam tersine Amerikan üniversiteleri, Filistin toplumu ve yaşamına karşı savaşta bulaşanlar da dahil olmak üzere İsrailli meslektaşlarıyla kurumsal bağlarını ve Filistinlilerin ölümünden elde edilen kârlarla beslenen şirketlere yaptıkları yatırımları sürdürmekte ısrar etti.
Filistinlilerin, Hıristiyan Arap ve Müslümanların yanı sıra Siyonist karşıtı Yahudilerin de artık birçok Batılı üniversitede çoğunlukla ÖĞRENCİ ve daha az oranda ÖĞRETİM ÜYESİ ve personel olarak iyi TEMSİL EDİLİYOR OLMASI, onların kendi durumları hakkında samimi bir görüşe sahip oldukları anlamına geliyor.
Tarihinin büyük bölümünde Amerikan akademisi utanmazca yönelim açısından Avrupalı olmuştur. Lakin kamuoyunda durum artık böyle değil. Yüksek Öğrenim görünürde etnik açıdan daha kapsayıcı hale geldi ve müfredat “sömürgelikten arındırıldı”.
Bununla birlikte; BATILI YERLEŞİMCİ SÖMÜRGECİLİĞİNİN diğer tüm örneklerinden farklı olarak - siyah Afrikalıların köleleştirilmesinden Kızılderili Amerikalıların SOYKIRIMINA, Cezayir ve Güney Afrika'nın fetihlerine kadar - FİLİSTİNLİLERE yönelik baskı, "İNSAN HAKLARI" gibi kavramlar ile IRK EŞİTLİĞİ düşüncesinin popülerleşmesine neden oldu.
Güney Afrika'daki APARTHEİD'in gerekçelendirilmesi veya Amerika'nın güneyindeki ırk ayrımcılığı yasaları bugün hiçbir büyük Batı üniversitesinde hoş görülmemektedir.
ANCAK İSRAİL, yerli Filistinlilerin kitlesel ve süregelen yerinden edilmeleri yoluyla kurulmuş ve sürdürülen bir devlet olmasına ve önde gelen insan hakları örgütleri tarafından Gazze soykırımından önce bile BİR ‘APARTHEİD REJİMİ’ OLARAK TANIMLANMASINA RAĞMEN AÇIKÇA KUCAKLANIYOR.
İsrail ayrıca, açıkça Filistin karşıtı olan ve modern Yahudi kimliğini bütünleştirmeyi amaçlayan, modası geçmiş bir sömürge ideolojisini savunup teşvik etmeye kendini adamış olan Amerikan kampüslerinde geniş akademik merkezler, misafir profesör programları, kültürel ve dini merkezlerden oluşan geniş bir ağa sahip olması bakımından da benzersizdir. Böylelikle İsrail Yeryüzünde ayrıcalıklı bir 'Etnik Ulus' devlete dönüştü.
Son yıllarda bazı üniversiteler köle sahiplerine ait anıtları kaldırdı veya sömürgecilikle suç ortaklığını kabul etmek için binalarını yeniden adlandırdı. Ancak aynı kurumlar, Amerikan Tarih Derneği gibi kuruluşların yanı sıra, Filistin sorunuyla doğrudan ilgilenmeyi reddettiler.
Mayıs 2024'te AMERİKAN TARİH DERNEĞİ, kampüste protestoculara yönelik polis şiddetini eleştiren bir bildiri yayınladı. Fakat "FİLİSTİN" veya "FİLİSTİNLİ" kelimelerini bir kez bile kullanmaktan kaçınmayı başardı. Görünüşe göre yası tutulabilecek tek kurban, ‘Geçmişte Güvenli Bir Şekilde Gömülenler.’
Dolayısıyla “FİLİSTİN İSTİSNASI”, bir yandan İSRAİL'e VERİLEN DESTEK ile onun ‘SÖMÜRGECİ SİYONİST İDEOLOJİSİ’ arasındaki kopukluğu, diğer yandan da ‘IRKÇI ve SÖMÜRGECİ TARİHİ’ telafi etme çabalarını yansıtıyor.
Bu ideolojik manzarada Filistin; ahlaki ve siyasi bir mesele statüsünden yoksun bırakılırken, FİLİSTİNLİLER de ÖNEMLİ BİR TARİHE SAHİP HALK statüsünden mahrum kalıyor. Filistin tarihi ve insanlığının ahlaki ve politik zorunluluklarını kabul etmek, BATI'nın benimsediği son derece SEÇİCİ ÖZ İMAJLA çelişiyor.
Filistinlilerin yanında yer almanın maddi ve siyasi bedelleri olduğu kesindir. SİYONİST KURUMLAR ve İsrail yanlısı BAĞIŞÇILAR, Filistinli öğrenci ve profesörleri "YAHUDİ KARŞITI" olmakla suçlarken, yöneticilere Filistin haklarını savunan herkesi susturmaları için baskı yapıyor. Bunun "NEFRET SÖYLEMİ" anlamına geldiği utanmadan söylüyorlar.
İSRAİLLİ LOBİ GRUPLARI, üniversite kampüslerindeki Filistin faaliyetlerine ilişkin Kongre soruşturmalarını destekliyor. İsrail yanlısı BRANDEİS MERKEZİ, emirlere uymalarını sağlamak için üniversitelere ve devlet okulu bölgelerine karşı devam eden bir yasal savaş yürütüyor.
Bir milyarder ve HEDGE FONU yöneticisi, Filistin yanlısı öğrenci protestoculara karşı bir kampanya başlattı ve bunlardan bazılarının işgücü piyasasından uzaklaştırılması çağrısında bulundu.
Amerikalı siyasetçilerin çoğu SOYKIRIMIN başlangıcından bu yana İsrail'in yanında yer aldı. Sadece üniversite rektörlerinin aynı yolu izlemesini talep etmekle kalmadılar, aynı zamanda 1950'lerdeki McCarthyci gösteri duruşmalarını hatırlatan KONGRE OTURUMLARI aracılığıyla onlara bunu yapmaları için baskı da yaptılar.
Demokrat PENSİLVANYA Valisi JOSH SHAPİRO, üniversite kampüslerinde Filistin'le dayanışma içinde olan protestoculara ‘Ku Klux Klan IRKÇILARI GİBİ HOŞGÖRÜ GÖSTERİLMEMESİ’ gerektiğini söyledi.
Ancak Filistin İSTİSNACILIĞININ özü, ‘Yalnızca FİLİSTİN TARİHİ ve İnsanlığının Kaba Bir Şekilde İnkar Edilmesinde’ yatmıyor. Daha da önemlisi, BU TARİHİN ‘FARKLI BİR TARİH TARAFINDAN SÜREKLİ OLARAK SİLİNMESİDİR’. Batı akademisi bu işleri çok iyi bilir.
FİLİSTİN'le dayanışma amacıyla yapılan OTURMA EYLEMLERİNE BASKI YAPILIYOR. Bu ikameyle, FİLİSTİN KATLİÂMLARININ devam eden gerçekliği ahlaki değerlendirmelerden siliniyor.
APARTHEİD ve SOYKIRIMI protesto eden Filistinliler ve Siyonist karşıtı Yahudiler de dahil olmak üzere ‘Müttefik Öğrenciler’;
"LİBERAL BATI ve ayrıca ilginç bir şekilde, giderek daha 'MUHAFAZAKAR ve SAĞCI' olan Batı tarafından modası geçmiş 'YAHUDİ KARŞITLARI' olarak sunuluyor."
Benzer şekilde, SOYKIRIMI Gerçekleştiren Terörist İsrail Devletinin Destekçileri Ya da İdeolojisini Benimseyen Kişiler de Kurumsal ve Polis Korumasına İhtiyaç Duyan MAĞDURLAR Olarak Görülüyor.
'ANTİSEMİTİZMLE MÜCADELE'de İŞGALCİ İsrail; çoğu zaman FİLİSTİN'i unutturmak için Filistinliler hakkında konuşmamak suretiyle ve “Filistinlilerin 'kendini Yahudi ilan edenlerin elinde boyun eğdirilmesine odaklanmadan' çağdaş Siyonizmin ahlaki açıdan değerlendirilemeyeceğini” savunuyor.
BU ÇARPIK RETORİĞİN ALTINDA BATI'NIN ANTİSEMİTİZME SEÇİCİ BAĞLILIĞI YATAR. Yahudiliğe ve Yahudi Halkına Duyduğu İLAN EDİLMİŞ SEVGİ, Bunu Onlara Karşı Irkçılık ve Önyargı Sicili İçin KEFARET Olarak Gerekli Görüyor.
SEMİTİZM Sevgisi ise Siyonizm Sevgisiyle Karışıyor. Etno-Milliyetçi Faşist İSRAİL Devletinin İDEOLOJİSİNE Destek Veriyor.
Sonuç olarak, günümüz Filistin boyunduruğu; 'tarihsel Yahudi mağduriyetini' daha önemli ve İsrail Devleti'ni Yahudi mağduriyetine karşı bir sigorta olarak sunan bir ANLATI tarafından gölgelendi.
Kendi kendini Yahudi devleti ilan eden İSRAİL’in yaptığı budur. Bu sonuç, Yahudi karşıtı ve Filistin karşıtı ırkçılığa karşı gerçek ortak mücadeleye yatırım yapan herkes için felakettir.
Böyle bir görüşün gelişimi elbette NAZİ HOLOKOST'una kadar uzanabilir. Bunun ardından İsrail Devleti'nin kurulması Batı'da, Batı'nın anti-Semitizm günahının kefareti olarak sunulmuştur.
1948'de Filistin'in YOK EDİLMESİNE yol açan tartışmalarda Batılı diplomatlar, Filistinlileri bu KURTARICI projenin önünde ENGEL olarak tanımladılar.
Filistin hayatı kendi koşullarıyla değil, yalnızca BATI'nın tanımladığı “YAHUDİ SORUNU”yla ilişkili olarak değerlendirildi.
Du Bois'ın 1940'ta ŞAFAĞIN ALACAKARANLIĞI’nda işaret ettiği ve Aime Cesaire'in 1955'te SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE SÖYLEM'de tartıştığı gibi, muzaffer "MÜTTEFİKLER", HİTLER'i bir grup Batılı liderden biri olarak tanımak yerine, Almanya'nın bir eseri olarak tasvir ettiler.
Uzun süredir şiddetli ırkçılığı benimsediler ve Batılı olmayan halklara karşı sistematik soykırımlar gerçekleştirdiler.
Bu senaryo çerçevesinde yeni kurulan İsrail Devleti, “KENDİSİNİ ARAP TERÖRİZMİNİN KURBANI ve YAHUDİ KARŞITI BARBARLIĞA DÖNÜŞE KARŞI BİR SİPER” olarak sunarak bugüne kadar devam eden bir PROPAGANDA KAMPANYASI başlattı.
Bu tekrarlanan fikirlerin ısrarı, Filistin'in asırlık Osmanlı ve Arap bağlamına nadiren yerleştirildiği veya çok dinli Levant Bölgesi/Bilâdü'ş-Şâm'ın ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğü anlamına da gelir.
Siyonist tahayyülde, Avrupa'daki Yahudilerin tarihsel kötü durumuna çare olabilecek tek çare, Filistin'de benzersiz, modern, Avrupa tarzı bir Yahudi devletinin kurulmasıydı.
Hikayeye göre bu ülke; başlangıcından bu yana, Avrupalı Hıristiyanların güya terk ettiği Yahudi karşıtı nefretten mustarip Arap sürüleri tarafından kuşatılmış durumda.
Oryantalist Bernard Lewis, "İSLAM YAHUDİLERİ/The Jews of Islam " (1984) adlı kitabında, Arapların İsrail'e karşı muhalefetinin sömürgecilikle ya da yerinden edilmeyle hiçbir ilgisi olmadığını yazıyor ve kökeninin yakın zamanda İsrail'den ithal edilen "ARAP ANTİSEMİTİZMİ"nde yattığını iddia ediyor.
Bu Avrupa'da Yahudilerle Müslümanlar arasındaki barış içinde bir arada yaşamanın sonunu getirdi. Filistinlilerin, Batı'nın Yahudi karşıtı önyargısının mirasçıları olma dışında bu hikayede yeri yoktur. Edward Said'in Oryantalizm (1978) adlı kitabında belirttiği gibi, "Arap artık Yahudiyi rahatsız eden bir gölge olarak" görülüyor.
O halde, büyük oranda yanıltıcı olan bu anlatılarla ve bunları destekleyen siyasi, mali ve kültürel yatırımlarla ilişkilendirilen Batılı akademik hiyerarşinin Gazze'nin yakılması karşısında sessiz kalması şaşırtıcı değil.
Rotayı değiştirmek öyle kolay değil. 19. yüzyıl Avrupa'sında doğmuş bir ideolojiye bağlı olan dünyanın son BATILI SÖMÜRGECİ YERLEŞİMCİ SİYONİST REJİMİ İsrail, yüksek öğrenim alanı da dahil olmak üzere, Filistin İNSANLIĞINI SİLEN bir anlatıyı yayma konusunda oldukça hünerlidir.
Ancak Çoğu Öğrenci ve Dünya Nüfusunun Büyük Bir Kısmı Artık Avrupa'nın Bu SİLME İşlemine İnanmıyor.