Her zaman hayat bahar değildir. Beklenen umutlar hasret değildir. Sevgisiz gönüller, taştan değildir. Yaşlılık; dışlanmak olmadığına göre asla yalnızlık da değildir. Yaşlılık, hayattan el etek çekmek demek değildir. Velhasıl yaşlılık, bir köşeye itilmek, kaderine terk edilmek, çaresiz bırakılmak hiç de değildir.
18-24 Mart tarihleri arasında kutlanan Yaşlılara Saygı Haftasına girmiş bulunmaktayız. Dolu dolu bir ömrü sırtlanarak, bu güne kadar getiren yaşlılarımızı sadece bir hafta içerisinde anlamak, yad etmek ne kadar doğru olduğunu sizlere bırakıyorum. Bence onları bir haftaya değil, bir ömre bile sığdıramayız. Onlar bir hayatın en doruk noktasında yaşıyorlar. Pek çok hırstan, doyumsuzluktan ve sorundan arınarak, geçmişle geleceğimiz arasında bir köprüdür onlar.
Evet; günümüz toplumunda en kötü hasletlerimizden biriside yaşlıya olan tahammülsüzlüğümüzdür. Çevremize tam manasıyla şöyle bir baktığınızda mahallemizde, sokağımızda ve belki de en yakınınızda yalnızlaştırılmış veya tek başına bırakılmış mutlaka bir yaşlıya rastlarsınız. Bu yalnızlık sadece onların değil, belkide bu bizim geleceğimizdir.
Bizlere ne oldu böyle anlayamıyorum. Hatta bazen anlamakta zorluk çekiyorum. Bizler için en tatlı uykularını bölen, yemeyen yediren, içmeyen içiren ve güzel yıllarını bizler için heba eden, hatta küçükken gölgelerinden bile ayrılmak istemediğimiz yaşlılarımız, ne oldu da güçlü, kudretli olduktan sonra onlara tahammülü olmayan, onlardan kaçan, onları en kuytu köşelere atarak, yalnızlaştıran, selamı sabahı kesen, yıllarca hal hatırlarını sormayan bizlere ne oldu böyle. Neyimize güvendik. Eşimize mi, aşımıza mı, evlatlarımıza mı yoksa makam ve mevkimizemi. Bunlarla kurtulabileceğimizi mi zannediyoruz?
Birçok yaşlı biliyorum. Dört duvar arasına bırakılmış, yalnızlığa mahkum edilmiş ve bir o kadarda çaresizleştirilmiş. Sıcak bir tebessüme, bir yudum suya ve belki de gözyaşlarını silecek birine hasrettirler. Günlerce oturduğu yerden kapıyı gözleyen, hayalleriyle dertleşen, baktığı her boş duvarda evlat resmini çizen, beli bükülen, kalbi kırılan, incitilen yaşlılar biliyorum ve inanın çok üzülüyorum. Yine soruyorum kendime, ne oldu bizlere böyle? Hani biz yaşlıları cennetimiz biliyorduk. Hani biz yaşlılarımızı çınar, kendimize diyar, sırtımızı dayadığımız bir dağ olarak biliyorduk. Hani biz onları evimizin bereketi, yaşantımızın rehberi, ahiretimizin cenneti olarak biliyorduk.
Yaşlılar bir toplumun direğidir, huzur ve güvenidir. Yüzleri kıbleye, elleri semaya çevrilidir. Ne mutlu onların hayır dualarını alana, ne mutlu onların dertlerine derman olana, ne mutlu yaşlısını baş tacı yapana, ne mutlu onlara yalnızlığı hissettirmeyenlere. Ne mutlu!
Yaşlılarımıza sahip çıkalım. Dertlerine ortak olalım. Onların ilgiye ve sevgiye muhtaç olduğunu unutmayalım. Onların yüzü suyu hürmetine neler kazandığımızı hatırlayalım. Onları yaşlı görürsünüz ama onlar ruhen yaşlı değiller. Unutmayalım ki bizde bir gün birer yaşlı adayı olacağız. Nasipse!