ELEKTİRK
Yaşar Değirmenci
Köşe Yazarı
Yaşar Değirmenci
 

Modern çağın cahiliye dönemi

İlk insan Hz. Âdem’den itibaren, hayatın temel taşlarından biri sayılan din, tarih içerisinde farklı şekillerde algılanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu faklı algılayışlar neticesinde ortaya çıkan inançlardan bir tanesi de putperestliktir. Putperestlik, tarihin her döneminde kendine taraftar bulmuştur. Resulüllah Efendimizin Mekke-i Mükerreme’de başlayıp Medine-i Münevvere’de devam etmiş bulunan yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının yirmi yılını, mensubu bulunduğu Kureyş kabilesiyle mücadele ederek geçirmek mecburiyetinde kalmış bulunuyordu. Bu dâvanın temel eksenini, tek Tanrı inancının kabul ettirilmesi ile tamamı kul hakkının çiğnenmesi üzerine kurulmuş Cahiliye Çağı düzeni ve zihniyetinin yıkılması ve dönüştürülmesi mücadelesi teşkil ediyordu. Hz. Peygamber zamanından önce, Mekke’de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kâbe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthaneye çevirmişlerdi. Mescid-i Harama Kâbe avlusuna huşû ve hudu içinde girmiş; ilk yaptığı şey, Beytullâh’ı çeviren putların ve şirk alâmetlerinin oradan kaldırılması olmuştur. Bu temizliklerden sonra Resûlüllah Kâbe’nin kapısını kapattırıp içeride iki rekat namaz kılıp Rabbine dua ve niyazlarda bulunarak şükranlarını sunup göz yaşlarını döktü. Sonra da, Mekke’nin idaresi, hac ve umre ile ilgili Cahiliye Çağı’nın bütün alışkanlıklarını ve görevlerini (hacılara su temini) hâriç olmak üzere ilga edip Kâbe’nin damında Bilâl’in okuduğu ezan ile Beytullâh’ın yeniden tevhid dininin mabedi haline gelmesini sağlamış oldu. Mekke’nin fethiyle başlayan ve Tevbe suresinin nâzil olmasıyla devam eden bütün bu gelişmeler, tevhid merkezi ve sembolü olan, hac ve umre ibadetlerinin mukaddes mekânı ve Müslümanların kıblesi Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Harâm’ı putlardan ve putperestlerden temizlemiş ve aslî hüviyetine yeniden kavuşturarak Allah’ın Evi’ne uygun hâline getirmiştir. Bir yıl sonra Resulullah, yüz binden fazla ashabıyla tarihe Veda Haccı olarak geçecek hac farizasını büyük ceddi Hz. İbrahim’in zamanındaki gibi eda etme imkânına kavuşmuş, 23 yıllık tevhid mücadelesinin ve başarılı peygamberlik hayatının semeresini görüp Rabbine şükürler etmiştir. Bu çok kısa siyer bilgisinden sonra günümüze bakalım. Türkiye Tanzimat’tan beri devlet politikasına dönüşen her şeyin mübah görüldüğü değişim sürecinde ‘din eğilim ve anlayışları’ modern zamanların gelip dayandığı seküler anlayışın şekillendirdiği yapı yerleşti. Değiştirilemez, dokunulamaz hâle getirilen laiklik de kutsallaştırıldı. Adı konulmasa bile Paganizm dinin yerini aldı. Doğru-yanlış, tutarlı-tutarsız, makul-saçma,  demeden modernleştiği (çağdaşlaştığı) ilahi olan her şeyi hayatından çıkardığı sekülerleştiği (dünyevileştiği) pozitivist bilim anlayışının hakikatin tek biçimi kabul edip ‘ulu önder’li ebedî şef, millî şef’li yapı kurumsallaştı. Alıştırıla alıştırıla “dindar/muhafazakâr bilinme görüntüsü’ de ses çıkarmayıp tavır koymayarak, tepkisizliğe bürünerek bu “Tevhid Dini olan İslâm” dan uzaklaştıklarının bile farkında olmadılar. Kur’an’ın ve Peygamberimizin o günkü düşmanları Allah’a iman ediyorlardı. Hiçbir şüpheye düşmeden “gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı kontrol edenin, yağmuru yağdıranın, bitkileri yetiştirenin, dünya ve içindekilerinin yegâne sahibinin, bütün mahlûkatı yönetip kontrol edenin, en zor durumda kendisine sığınılacak yegâne makamın Allah olduğunu (ayet mealleri) biliyor ve buna iman ediyorlardı.  Putlaştırmanın ayyuka çıktığı, Kemalizmin ve laisizmin ‘olmazsa olmaz’ konuma getirildiği, heykel açılışlarının etrafında toplanıldığı bir dönemdeyiz. Cehalet döneminin liderleri; Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin, Velid b. Mugire’lerin imanı ile bu zihniyeti taşıyanların, hayata müdahale ettirilmeyen bir din anlayışının; farkı yok. Allah’a iman var, hayata sokulmayan bir anlayışın imanı! Kur’an-ı Kerim’in ve onu hayata taşıyan yaşayan/yaşatan Peygamber Efendimizin amacı ve gayreti, insanları Allah’ın var olduğuna inandırmak değil, Allah’a göre yaşamalarını sağlamaktı. Hayattan uzaklaştırılmış din dışı hayatı, dinin yaşandığı hayat tarzı olduğu hâle getirmekti. Düşünce ve yaşantıda Allah’ın ölçülerini dikkate alan, Allah’ın bildirdikleriyle hayatı inşa eden bir anlayış ve çabayı hâkim kılmaktı. Yanlışlığın her türlüsünü temizlemek, hayatı huzur ve sükûn içinde yaşanılır şekle getirmek ve bunları öte dünya ile sonsuza dönüştürmekti. Geçici/fâni dünya, ebedî hayatın kazanıldığı salih amellerin işlendiği dünyayı oluşturmaktı. Sıkıntı, çözümsüzlük buradan başlıyor. Maddi zenginlik, Allah’a şükretmenin bir aracı olmaktan çıkarılıp bir amaca dönüştürülünce, sınır tanımaz zenginliğin baştan çıkarıcı câzibesi, Müslüman olmanın bireysel ve toplumsal olmanın sorumluluklarını sildi, süpürdü. Peygamberimiz; en doğru inancın, en güzel ahlakın en mükemmel kaynağı ve örneğidir. O kaynakla irtibatlı olanlar, dünyalarını da ahiretlerini de esenlik kılarlar. Ancak bugünün Müslümanların dine yaklaşımları problemli. Peygamberimizi anlamanın yerini anmak aldı. Âlemlere rahmetin rahmetinden faydalanma, bilinçli veya bilinçsiz kaybedildi. Gösteriş, eğlence, tüketim, popüler kültürün karekteristik özellikleri hayatlarını işgal etti. Takva, edep, hâyâ, kanaat, sabır, şükür gibi özellikler hayatlarında yer bulmadı. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz bilgilerle hayatımızı mamur kılarak onlardan aldığımız feyiz ve bereketle İslam’ı en güzel şekilde yaşayıp temsil etmek, bir Müslüman olarak aslî vazifemizdir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünün en değerli varlığı olarak yaratmış, ona iman, akıl ve irade bahşetmiştir. İnsanın; adalet, merhamet, güven, doğruluk ve güzel ahlak gibi değerlerle şahsiyetini inşa etmesini istemiş, bunun yolunu da ona göstermiştir. Bu yol; kişinin Kur’an-ı Kerim ile kimliğini inşa etmesi, Allah Resulünün sünneti ile şahsiyetini, kimliğini, kişiliğini ve karakterini şekillendirmesidir. Müslümanın şahsiyetini oluşturan, fıtratını koruyan; ona kimlik kazandıran hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştıran en büyük nimet, imandır. İman, kuru bir sözden ibaret değildir. İman, bütün davranışlarımızı güzelleştiren bir cevherdir. Sıkıntılara imanla tahammül edilir; endişeler, imanla huzura kavuşur. Üzüntüler sevince, korkular cesarete imanla dönüşür. Ayrılıklar yerini kardeşliğe, düşmanlıklar yerini dostluğa imanla bırakır. Ahlaki değerlerin yaşandığı ve yaşatıldığı bir toplumda, doğruluk ve dürüstlük, iffet ve takva, şefkat ve merhamet gibi erdemler hâkim olur. Ahlaki değerlerin kaybolduğu bir toplumda ise adalet yerini zulme, merhamet yerini öfkeye, helaller yerini haramlara, iyilikler yerini kötülüklere bırakır. Peygamberimizin güzel ahlakını ve çağlar üstü mesajlarını insanlıkla buluşturalım. Barış dini İslam’ın, hayat rehberi Kur’an-ı Kerim’in, rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselamın insanlığın sığınabileceği tek liman olduğunu örnek hayatımızla gösterelim. Hâlimiz konuşsun. Hayata müdahil olmayan iman ölü bir imandır. Allah’ın muhkem bir hükmü dururken o hükmün yerine karşıt bir hükmü geçiren kimse hakikati yerinden ettiği için zalimdir. Bunu yapan kim olursa olsun zalimdir. Alkış tutanlar, aynı yerde buluşanlar da. İmanımızı gözden geçirdiğimiz “konjektürel iman”dan (hesabi iman çeşitlerinden) kurtulduğumuz gün biz de kurtuluruz.
Ekleme Tarihi: 16 Kasım 2024 - Cumartesi

Modern çağın cahiliye dönemi

İlk insan Hz. Âdem’den itibaren, hayatın temel taşlarından biri sayılan din, tarih içerisinde farklı şekillerde algılanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu faklı algılayışlar neticesinde ortaya çıkan inançlardan bir tanesi de putperestliktir. Putperestlik, tarihin her döneminde kendine taraftar bulmuştur. Resulüllah Efendimizin Mekke-i Mükerreme’de başlayıp Medine-i Münevvere’de devam etmiş bulunan yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının yirmi yılını, mensubu bulunduğu Kureyş kabilesiyle mücadele ederek geçirmek mecburiyetinde kalmış bulunuyordu. Bu dâvanın temel eksenini, tek Tanrı inancının kabul ettirilmesi ile tamamı kul hakkının çiğnenmesi üzerine kurulmuş Cahiliye Çağı düzeni ve zihniyetinin yıkılması ve dönüştürülmesi mücadelesi teşkil ediyordu. Hz. Peygamber zamanından önce, Mekke’de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kâbe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthaneye çevirmişlerdi.
Mescid-i Harama Kâbe avlusuna huşû ve hudu içinde girmiş; ilk yaptığı şey, Beytullâh’ı çeviren putların ve şirk alâmetlerinin oradan kaldırılması olmuştur. Bu temizliklerden sonra Resûlüllah Kâbe’nin kapısını kapattırıp içeride iki rekat namaz kılıp Rabbine dua ve niyazlarda bulunarak şükranlarını sunup göz yaşlarını döktü. Sonra da, Mekke’nin idaresi, hac ve umre ile ilgili Cahiliye Çağı’nın bütün alışkanlıklarını ve görevlerini (hacılara su temini) hâriç olmak üzere ilga edip Kâbe’nin damında Bilâl’in okuduğu ezan ile Beytullâh’ın yeniden tevhid dininin mabedi haline gelmesini sağlamış oldu.
Mekke’nin fethiyle başlayan ve Tevbe suresinin nâzil olmasıyla devam eden bütün bu gelişmeler, tevhid merkezi ve sembolü olan, hac ve umre ibadetlerinin mukaddes mekânı ve Müslümanların kıblesi Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Harâm’ı putlardan ve putperestlerden temizlemiş ve aslî hüviyetine yeniden kavuşturarak Allah’ın Evi’ne uygun hâline getirmiştir. Bir yıl sonra Resulullah, yüz binden fazla ashabıyla tarihe Veda Haccı olarak geçecek hac farizasını büyük ceddi Hz. İbrahim’in zamanındaki gibi eda etme imkânına kavuşmuş, 23 yıllık tevhid mücadelesinin ve başarılı peygamberlik hayatının semeresini görüp Rabbine şükürler etmiştir. Bu çok kısa siyer bilgisinden sonra günümüze bakalım.
Türkiye Tanzimat’tan beri devlet politikasına dönüşen her şeyin mübah görüldüğü değişim sürecinde ‘din eğilim ve anlayışları’ modern zamanların gelip dayandığı seküler anlayışın şekillendirdiği yapı yerleşti. Değiştirilemez, dokunulamaz hâle getirilen laiklik de kutsallaştırıldı. Adı konulmasa bile Paganizm dinin yerini aldı. Doğru-yanlış, tutarlı-tutarsız, makul-saçma,  demeden modernleştiği (çağdaşlaştığı) ilahi olan her şeyi hayatından çıkardığı sekülerleştiği (dünyevileştiği) pozitivist bilim anlayışının hakikatin tek biçimi kabul edip ‘ulu önder’li ebedî şef, millî şef’li yapı kurumsallaştı. Alıştırıla alıştırıla “dindar/muhafazakâr bilinme görüntüsü’ de ses çıkarmayıp tavır koymayarak, tepkisizliğe bürünerek bu “Tevhid Dini olan İslâm” dan uzaklaştıklarının bile farkında olmadılar.
Kur’an’ın ve Peygamberimizin o günkü düşmanları Allah’a iman ediyorlardı. Hiçbir şüpheye düşmeden “gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı kontrol edenin, yağmuru yağdıranın, bitkileri yetiştirenin, dünya ve içindekilerinin yegâne sahibinin, bütün mahlûkatı yönetip kontrol edenin, en zor durumda kendisine sığınılacak yegâne makamın Allah olduğunu (ayet mealleri) biliyor ve buna iman ediyorlardı.  Putlaştırmanın ayyuka çıktığı, Kemalizmin ve laisizmin ‘olmazsa olmaz’ konuma getirildiği, heykel açılışlarının etrafında toplanıldığı bir dönemdeyiz. Cehalet döneminin liderleri; Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin, Velid b. Mugire’lerin imanı ile bu zihniyeti taşıyanların, hayata müdahale ettirilmeyen bir din anlayışının; farkı yok. Allah’a iman var, hayata sokulmayan bir anlayışın imanı!
Kur’an-ı Kerim’in ve onu hayata taşıyan yaşayan/yaşatan Peygamber Efendimizin amacı ve gayreti, insanları Allah’ın var olduğuna inandırmak değil, Allah’a göre yaşamalarını sağlamaktı. Hayattan uzaklaştırılmış din dışı hayatı, dinin yaşandığı hayat tarzı olduğu hâle getirmekti. Düşünce ve yaşantıda Allah’ın ölçülerini dikkate alan, Allah’ın bildirdikleriyle hayatı inşa eden bir anlayış ve çabayı hâkim kılmaktı. Yanlışlığın her türlüsünü temizlemek, hayatı huzur ve sükûn içinde yaşanılır şekle getirmek ve bunları öte dünya ile sonsuza dönüştürmekti. Geçici/fâni dünya, ebedî hayatın kazanıldığı salih amellerin işlendiği dünyayı oluşturmaktı. Sıkıntı, çözümsüzlük buradan başlıyor. Maddi zenginlik, Allah’a şükretmenin bir aracı olmaktan çıkarılıp bir amaca dönüştürülünce, sınır tanımaz zenginliğin baştan çıkarıcı câzibesi, Müslüman olmanın bireysel ve toplumsal olmanın sorumluluklarını sildi, süpürdü. Peygamberimiz; en doğru inancın, en güzel ahlakın en mükemmel kaynağı ve örneğidir. O kaynakla irtibatlı olanlar, dünyalarını da ahiretlerini de esenlik kılarlar. Ancak bugünün Müslümanların dine yaklaşımları problemli. Peygamberimizi anlamanın yerini anmak aldı. Âlemlere rahmetin rahmetinden faydalanma, bilinçli veya bilinçsiz kaybedildi. Gösteriş, eğlence, tüketim, popüler kültürün karekteristik özellikleri hayatlarını işgal etti. Takva, edep, hâyâ, kanaat, sabır, şükür gibi özellikler hayatlarında yer bulmadı.
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz bilgilerle hayatımızı mamur kılarak onlardan aldığımız feyiz ve bereketle İslam’ı en güzel şekilde yaşayıp temsil etmek, bir Müslüman olarak aslî vazifemizdir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünün en değerli varlığı olarak yaratmış, ona iman, akıl ve irade bahşetmiştir. İnsanın; adalet, merhamet, güven, doğruluk ve güzel ahlak gibi değerlerle şahsiyetini inşa etmesini istemiş, bunun yolunu da ona göstermiştir. Bu yol; kişinin Kur’an-ı Kerim ile kimliğini inşa etmesi, Allah Resulünün sünneti ile şahsiyetini, kimliğini, kişiliğini ve karakterini şekillendirmesidir.
Müslümanın şahsiyetini oluşturan, fıtratını koruyan; ona kimlik kazandıran hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştıran en büyük nimet, imandır. İman, kuru bir sözden ibaret değildir. İman, bütün davranışlarımızı güzelleştiren bir cevherdir. Sıkıntılara imanla tahammül edilir; endişeler, imanla huzura kavuşur. Üzüntüler sevince, korkular cesarete imanla dönüşür. Ayrılıklar yerini kardeşliğe, düşmanlıklar yerini dostluğa imanla bırakır.
Ahlaki değerlerin yaşandığı ve yaşatıldığı bir toplumda, doğruluk ve dürüstlük, iffet ve takva, şefkat ve merhamet gibi erdemler hâkim olur. Ahlaki değerlerin kaybolduğu bir toplumda ise adalet yerini zulme, merhamet yerini öfkeye, helaller yerini haramlara, iyilikler yerini kötülüklere bırakır. Peygamberimizin güzel ahlakını ve çağlar üstü mesajlarını insanlıkla buluşturalım. Barış dini İslam’ın, hayat rehberi Kur’an-ı Kerim’in, rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselamın insanlığın sığınabileceği tek liman olduğunu örnek hayatımızla gösterelim. Hâlimiz konuşsun. Hayata müdahil olmayan iman ölü bir imandır. Allah’ın muhkem bir hükmü dururken o hükmün yerine karşıt bir hükmü geçiren kimse hakikati yerinden ettiği için zalimdir. Bunu yapan kim olursa olsun zalimdir. Alkış tutanlar, aynı yerde buluşanlar da. İmanımızı gözden geçirdiğimiz “konjektürel iman”dan (hesabi iman çeşitlerinden) kurtulduğumuz gün biz de kurtuluruz.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.