Peygamberimize lâyık ümmet olalım

KIR'ATIM GÜNCEL HABERLER (KIRATIM HABER) - KIR'ATIM GAZETESİ | 14.09.2024 - 14:13, Güncelleme: 14.09.2024 - 14:13
 

Peygamberimize lâyık ümmet olalım

Peygamber Efendimizin veladetini bir Mümin ve Müslüman olarak beraber düşünüp değerlendirelim. Peygamber Efendimiz bilinmeden tanınmadan yaşanmadan olmayacağı için bizler de mevlid’lerde yeniden dirilelim, yeniden doğalım. Her veladet kandili, önce, Resulullah’ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bileceğimiz günlerin doğumu olmalı. Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi, tâcir, komutan, devlet reisi, arkadaş, yoldaş, komşu, kul ve insan olarak. Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki?
Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlıklarla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez.    Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Peygamberimizin mesajına, tebliğine, telkinine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bu ‘cinnet toplumu’nu ancak vahyin inşa ettiği, sünneti çağa taşıyan insanlar ‘cennet toplumu’na çevirebilir. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız” diyen; mümini tarif ederken de “Seven sevilen, dost olan, dostluk kurandır. Sevmeyen, sevilmeyen de dost olmayan ve dostluk kurmayan da hayır yoktur” uyarısında bulunan bir Peygamberin doğum gecesi, Veladet/Mevlid kandilinde ‘nefs muhasebesi’ yapalım. Her veladette Mekke’yi, Medine’yi, Kâbe’yi, Taif’i, Huneyn’i, Hayber’i, Hudeybiye’yi bir “şuur hali” içerisinde hatırlasak. Verilen mücadele ve imtihanların benzerlerini bugün yaşayıp yaşamadığımızı sorsak kendi kendimize. O kırılan, temizlenen putların çağımızdaki cahiliyesinden nasıl kurtulacağımızı düşünsek. Dünyevîleşme putlarına insanımızın esaretinin sürüp sürmediğine bir kafa yorsak. O günlerin putlarından zihinlerin putlarına kadar yaşanan süreci hatırlasak, sonra da o hayata kurban edilen nesilleri… Kimseyi değil, kimsenin imanını değil; kendimizi yargılasak önce. Sevgili Peygamberimizin veladeti (doğumu) kendimize dönmemizin vesile günleri olamaz mı? Silkinmemizin, iç muhasebe yapmamızın ‘zor zaman’ı aşmamızın, fıtratımıza dönme adımlarını atmamızın günleri olamaz mı? Bildiklerimizle amel etme, dinimizi düşüncede (teoride) bırakmama, uygulayıp (pratiğe dönüştürme) hayatımıza yansıtarak ‘örnek Müslüman’ olmayı canlı tutamaz mıyız? Yaptığımız salih amellerle Rabbimizin rızasını kazanıp öbür âleme imtihanı kazanarak gidemez miyiz? Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan Peygamber Efendimizin Mevlid gününü anarken acaba o güzel ahlaka biz ne kadar sahibiz diye kendimizi gözden geçirmeliyiz.  Peygamberimiz, “Eşlerinize iyi davranın, eşine en iyi davrananızı benim” buyururken eşimize iyi davranamaz mıyız?  Peygamberimiz, “Neredeyse mirasçı kılınacak” diyerek komşu haklarına riayeti emrederken, komşularımızı bizden memnun edemez miyiz?  Peygamberimiz, bize, “Yolda gelen geçene rahatsızlık veren şeyleri gidermenin imanın bir parçası olduğunu” söyleyerek çevre temizliğine itina gösterirken, biz çevreyi temiz tutamaz mıyız?  Peygamberimiz, “Yarın kıyamet kopacak olsa elinizdeki fidanı dikin” derken biz ağaç ve yeni nesil fidanları da dikemez miyiz?   Peygamberimiz, “Yediğinizden yedirin giydiğinizden giydirin” buyurarak emrimiz altındakileri memnun etmemizi emrederken, biz onlara gereken hassasiyeti gösteremez miyiz?  Peygamberimiz bize, ölçüde tartıda dürüstlüğü salık verirken biz de bu tavsiyeye uyamaz mıyız?  Peygamberimiz, “Emaneti ehline veriniz” diyerek bize görevlendirmede liyakat ve ehliyeti dersi verirken biz de bunları uygulayamaz mıyız?   Peygamberimiz bize, “Faizin Allah’a ve peygambere savaş açmak” olduğunu hatırlatırken biz faizli muamelelerini elimizin tersiyle itemez miyiz?  Peygamberimiz, başkasının sınırına tecavüz etmeyi cehennemden yer kapmak diyerek bizi uyarırken kendimiz dikkat ettiğimiz gibi birilerinin arazisine haksız yere el konulmasına mâni olamaz mıyız?  Peygamberimiz, “Dünyanın bir gölgelik olduğunu asıl ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu” hatırlatarak, bize hak üzere olmayı tavsiye ederken, biz de azami dikkat edemez miyiz?  Peygamber Efendimiz bize İslam’ı nasıl yaşayacağımızı hayatıyla öğretmiş olan, önderimiz, liderimiz, rehberimiz ve öğretmenimizdir. Onun doğum gününde (Mevlid) öğretilerini hatırlıyor, gücümüz ve imkânlar nispetinde hayatımıza uygulama azmimiz yenileniyorsa ne mutlu bize. Allah Rasulü’nün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Rasulüllah Efendimiz’in hayatı hep ifrat ve tefritten uzak, ‘itidal hayatı’dır. Bir tek tavrını, sözünü, işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın. Resulullah’ın daveti tek umuttur. Bu, insanlığa bir çağrıdır. Bu, kendinden uzaklaşan insana ‘Kendine Gel! Fıtratına dön!’ davetidir. Bütün bunların ışığında, hayatımıza şekil veren dinimizi, onu uygulayan/uygulatan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım. Bunları unutmayıp hayatımıza yansıtırsak; küçük hesap yapmayız. Rabbimizin şefkat ve merhametine layık oluruz. İnşaallah... Peygamber Efendimizi sadece kandillerde, TV başında seyrettiğimiz programlarla anmayacağız. Hayat tarzı olan Sünnetini çağa taşıyacağız. İman-amel-ihlas istikametimizi hayatımızda görülecek. Kafamıza göre din değil, dinimize göre kafa, “Allah ve Resulünün ölçüleri” ölçümüz olacak. İnandığımız gibi yaşayarak, yaşadığımız gibi inanmayacağız. Hayat tarzımızı ‘din’ haline getirmeyeceğiz. Ahlâkı Kur’an olan ve “Yürüyen Kur’an” diye anılan Peygamber Efendimizi önce iyi tanımak, söz ve davranışlarını doğru anlamak, O’nun yolunda yürümek, onun izini sürmek. Çare bu!
Peygamber Efendimizin veladetini bir Mümin ve Müslüman olarak beraber düşünüp değerlendirelim. Peygamber Efendimiz bilinmeden tanınmadan yaşanmadan olmayacağı için bizler de mevlid’lerde yeniden dirilelim, yeniden doğalım. Her veladet kandili, önce, Resulullah’ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bileceğimiz günlerin doğumu olmalı. Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi, tâcir, komutan, devlet reisi, arkadaş, yoldaş, komşu, kul ve insan olarak. Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki?

Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlıklarla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez.   

Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Peygamberimizin mesajına, tebliğine, telkinine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bu ‘cinnet toplumu’nu ancak vahyin inşa ettiği, sünneti çağa taşıyan insanlar ‘cennet toplumu’na çevirebilir.

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız” diyen; mümini tarif ederken de “Seven sevilen, dost olan, dostluk kurandır. Sevmeyen, sevilmeyen de dost olmayan ve dostluk kurmayan da hayır yoktur” uyarısında bulunan bir Peygamberin doğum gecesi, Veladet/Mevlid kandilinde ‘nefs muhasebesi’ yapalım. Her veladette Mekke’yi, Medine’yi, Kâbe’yi, Taif’i, Huneyn’i, Hayber’i, Hudeybiye’yi bir “şuur hali” içerisinde hatırlasak. Verilen mücadele ve imtihanların benzerlerini bugün yaşayıp yaşamadığımızı sorsak kendi kendimize. O kırılan, temizlenen putların çağımızdaki cahiliyesinden nasıl kurtulacağımızı düşünsek. Dünyevîleşme putlarına insanımızın esaretinin sürüp sürmediğine bir kafa yorsak. O günlerin putlarından zihinlerin putlarına kadar yaşanan süreci hatırlasak, sonra da o hayata kurban edilen nesilleri…

Kimseyi değil, kimsenin imanını değil; kendimizi yargılasak önce.

Sevgili Peygamberimizin veladeti (doğumu) kendimize dönmemizin vesile günleri olamaz mı? Silkinmemizin, iç muhasebe yapmamızın ‘zor zaman’ı aşmamızın, fıtratımıza dönme adımlarını atmamızın günleri olamaz mı? Bildiklerimizle amel etme, dinimizi düşüncede (teoride) bırakmama, uygulayıp (pratiğe dönüştürme) hayatımıza yansıtarak ‘örnek Müslüman’ olmayı canlı tutamaz mıyız? Yaptığımız salih amellerle Rabbimizin rızasını kazanıp öbür âleme imtihanı kazanarak gidemez miyiz?

Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan Peygamber Efendimizin Mevlid gününü anarken acaba o güzel ahlaka biz ne kadar sahibiz diye kendimizi gözden geçirmeliyiz. 

Peygamberimiz, “Eşlerinize iyi davranın, eşine en iyi davrananızı benim” buyururken eşimize iyi davranamaz mıyız? 

Peygamberimiz, “Neredeyse mirasçı kılınacak” diyerek komşu haklarına riayeti emrederken, komşularımızı bizden memnun edemez miyiz? 

Peygamberimiz, bize, “Yolda gelen geçene rahatsızlık veren şeyleri gidermenin imanın bir parçası olduğunu” söyleyerek çevre temizliğine itina gösterirken, biz çevreyi temiz tutamaz mıyız? 

Peygamberimiz, “Yarın kıyamet kopacak olsa elinizdeki fidanı dikin” derken biz ağaç ve yeni nesil fidanları da dikemez miyiz?  

Peygamberimiz, “Yediğinizden yedirin giydiğinizden giydirin” buyurarak emrimiz altındakileri memnun etmemizi emrederken, biz onlara gereken hassasiyeti gösteremez miyiz? 

Peygamberimiz bize, ölçüde tartıda dürüstlüğü salık verirken biz de bu tavsiyeye uyamaz mıyız? 

Peygamberimiz, “Emaneti ehline veriniz” diyerek bize görevlendirmede liyakat ve ehliyeti dersi verirken biz de bunları uygulayamaz mıyız?  

Peygamberimiz bize, “Faizin Allah’a ve peygambere savaş açmak” olduğunu hatırlatırken biz faizli muamelelerini elimizin tersiyle itemez miyiz? 

Peygamberimiz, başkasının sınırına tecavüz etmeyi cehennemden yer kapmak diyerek bizi uyarırken kendimiz dikkat ettiğimiz gibi birilerinin arazisine haksız yere el konulmasına mâni olamaz mıyız? 

Peygamberimiz, “Dünyanın bir gölgelik olduğunu asıl ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu” hatırlatarak, bize hak üzere olmayı tavsiye ederken, biz de azami dikkat edemez miyiz? 

Peygamber Efendimiz bize İslam’ı nasıl yaşayacağımızı hayatıyla öğretmiş olan, önderimiz, liderimiz, rehberimiz ve öğretmenimizdir.

Onun doğum gününde (Mevlid) öğretilerini hatırlıyor, gücümüz ve imkânlar nispetinde hayatımıza uygulama azmimiz yenileniyorsa ne mutlu bize.

Allah Rasulü’nün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Rasulüllah Efendimiz’in hayatı hep ifrat ve tefritten uzak, ‘itidal hayatı’dır. Bir tek tavrını, sözünü, işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın.

Resulullah’ın daveti tek umuttur. Bu, insanlığa bir çağrıdır. Bu, kendinden uzaklaşan insana ‘Kendine Gel! Fıtratına dön!’ davetidir. Bütün bunların ışığında, hayatımıza şekil veren dinimizi, onu uygulayan/uygulatan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım. Bunları unutmayıp hayatımıza yansıtırsak; küçük hesap yapmayız. Rabbimizin şefkat ve merhametine layık oluruz. İnşaallah...

Peygamber Efendimizi sadece kandillerde, TV başında seyrettiğimiz programlarla anmayacağız. Hayat tarzı olan Sünnetini çağa taşıyacağız. İman-amel-ihlas istikametimizi hayatımızda görülecek. Kafamıza göre din değil, dinimize göre kafa, “Allah ve Resulünün ölçüleri” ölçümüz olacak. İnandığımız gibi yaşayarak, yaşadığımız gibi inanmayacağız. Hayat tarzımızı ‘din’ haline getirmeyeceğiz. Ahlâkı Kur’an olan ve “Yürüyen Kur’an” diye anılan Peygamber Efendimizi önce iyi tanımak, söz ve davranışlarını doğru anlamak, O’nun yolunda yürümek, onun izini sürmek. Çare bu!

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.